ASO Başkanı Ardıç: Sosyal yardım çalışana verilsin

Ferit PARLAK

Ekonominin kalkınması için emek veren çalışanların, sosyal yardımı çok daha fazla hak ettiğine dikkat çeken Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Seyit Ardıç, “Sosyal yardımlar bağımlı bir kitle ortaya çıkarıyor. Yardım verilecekse, teşvik amaçlı olarak çalışanlara verilmeli. Çalışanlar bu yolla ödüllendirilmeli. İşgücü özellikleri taşımasına rağmen çalışmayıp, sosyal yardımla yaşamayı/yaşlanmayı tercih edenler de ülke ekonomisine yük değil katkı olmaya bu tür teşviklerle yönlendirilebilir ” dedi.

“20 milyon kişi yardım alırsa…”

Ardıç, “Sosyal yardımlardan yararlanan yurttaş sayısı 2023’te 19.9 milyona çıktı. Sosyal yardım alan hane sayısı da 4 milyon 989 bin 456’ya çıkarak 5 milyon eşiğine dayandı. Ayrılan kaynak ise 2019’da 55 milyar lira iken 2023’te yüzde 454 aratarak 306 milyar liraya yükseldi. Bunlara diğer kurum ve kuruluşların sosyal yardımları da eklendiğinde bu rakamların hangi seviyelere geldiğini siz hesaplayın” şeklinde konuştu.

Tembelliğe alıştırıyor…

Çalışma gücü ve yetisine sahip nüfusa yapılan sosyal yardımların tembelliğe alıştırarak toplumun istihdamdan uzaklaşmasına neden olduğunu vurgulayan Ardıç, “Hatta sosyal yardımlar çalışanlara yapılmalıdır. Teşvik amaçlı bu yardım ile çalışanlar ödüllendirilirken, çalışmayanlar da çalışma hayatına çekilebilir ve ülke ekonomisine yük değil katkı olmaya yönlendirilebilir” şeklinde konuştu.

Vize sorunu finansman sorununun önüne geçti…

Sanayicilerin yaşadığı vize sorununun finansman sorununun önüne geçtiğini kaydeden Ardıç, “Üretim yapan, ihracat için çabalayan sanayicilerimiz maalesef Avrupa’da vize engeline takılıyor. Ürünümüzü Avrupa’da serbest dolaştırabiliyoruz ama biz sınırda bekletiliyoruz. Ürettiğimiz malı fuarlara gönderiyoruz ama “ürünümüzle birlikte biz de gidelim” deyince vize alamıyoruz” dedi. Ardıç, “2019 yılında çıkarılan yasa ile avukatlara yeşil pasaport verilmesinin önü açılmıştı.

Ama üreten, katma değer yaratan, ülke ekonomisini ayakta tutan biz sanayiciler için defaatle dile getirdiğimiz halde herhangi bir girişimde bulunulmamasını şaşkınla takip ediyoruz. Anlıyorum ki hiçbir siyasi partinin, ekonomi ile ihracat ile ilgili bir kaygısı yok. Yeşil pasaportunu ihtiyacı olmadığı için kullanmayan memurlarımız var. Onlardan alınıp, ihtiyacı olan ihracatçılarımıza verilirse, kota sorunu da kalmaz” dedi.

Türk vatandaşlığı bu kadar ucuz olmamalı…

400 bin dolar değerinde konut alan yabancıların Türk vatandaşlığı almaya hak kazandığını, aldığı konutu 3 yıl satmama şartıyla ailesiyle birlikte Türk pasaportu alabildiğini, bir konutla 10 kişilik bir ailenin tamamının Türk vatandaşlığına geçebildiğini dile getiren Ardıç, “Peki, 3 yılı dolduranlar ne yapıyor? 400 bin dolara aldığı konutu, birkaç misli fiyata satıyor. Türk vatandaşlığı da cebinde kalıyor. Hem ülkemize yaptığın yatırımı al götür, hem de aldığın Türk pasaportu ile Avrupa ülkelerine gidebilmek için vize başvurusunda bulun. Bunları ben söylemiyorum; gayrimenkul sektörünün uzmanları anlatıyor. Atalarımız bu vatanı bize bırakabilmek için her karışını kanla suladılar. Türk vatandaşlığı bu kadar ucuz olmamalı…” dedi.

Konut alana değil, yatırım yapana vatandaşlık verilmeli…

TÜİK’in verilerine göre son 11 yılda yabancıların Türkiye’den aldığı konut sayısının 385 bine çıktığını dile getiren Ardıç, “Konut yoluyla vatandaşlık alan yabancı sayısı net olarak açıklanmıyor ama son yıllarda yabancılara satılan her 4 konuttan 3’ünün vatandaşlık kazanma amaçlı olduğu belirtiliyor. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşının ardından Türkiye’de en çok konut alan yabancılar arasında Ruslar ilk sırada… Ama İran, Irak, Afganistan ve Pakistanlılar da Türkiye’de en çok ev sahibi olan yabancılar arasında yer alıyor. Ve Türk pasaportu alıp vize sırasına giriyorlar” dedi.

Yabancılar Türk pasaportuyla vize sırasını doldururken, üretim, ihracat için çabalayan sanayicilerin “Avrupa neden bize vize vermiyor?” sorusuna cevap aradığını vurgulayan Ardıç, “Yabancıların ülkemize yatırım yoluyla vatandaşlık almalarına karşı değilim. Dünyanın pek çok ülkesinde, Amerika’da da bu yolla vatandaşlık veriliyor. Ama o ülkeye yapılan yatırım kalıcı olmalı; üretime, istihdama katkı sağlamalı. Yani konut alana değil, gerçek anlamda yatırım yapana, o yatırımı belirli bir süre koruyana, ülkenin ekonomisine katkı sağlayana vatandaşlık verilmeli” dedi.

Fiyat artışının nedeni ihracat mı?

Ticaret Bakanlığı’nın kanatlı et ihracatına getirdiği sınırlamayı da değerlendiren Ardıç, “Fiyat artışını önlemenin yolu ihracat kısıtlaması mıdır? Ülkemiz entegre tavuk üretim tesisleriyle önemli bir potansiyele sahip. Sektör son yıllarda ciddi anlamla gelişti ve Türkiye, dünyada en çok kanatlı eti ihraç eden 10 ülke arasında. Tavuk eti fiyatlarındaki artış, ne yazık ki üretim maliyetlerinden kaynaklanıyor. İhracatı kısıtlayarak fiyatların düşmesini beklemenin doğru olmadığını düşünüyorum” dedi.

İhracatı değil, maliyetleri düşürürsek fiyatlar düşer…

İhracat kısıtlamasının sektörün uzun yıllar sonucu oluşturduğu yurt dışı pazarı kaybetmesine de neden olacağını savunan Ardıç, “Kanatlı eti ve ürünleri ihracatımızın yüzde 57’sini Irak’a, yüzde 10’a yakınını Çin’e yapıyoruz. İhracatçımızın kaybedeceği bu pazarlara, kısıtlama kalktığında yeniden girmesi hiç de kolay olmayacaktır.

Çünkü o pazarlar başka ülkeler tarafından hemen doldurulacaktır. İhracat gelirimiz azalacaktır. Yurt dışı pazarı kaybedince doğal olarak üretim de düşecektir. İhracat kısıtlamasıyla tavuk eti fiyatları belki kısa bir süreliğine düşebilir ama orta vadede daha çok yükselmesine neden olur. Üstelik ihracat yasağı sadece bizim tükettiğimiz göğüs, but ve kanada değil, kanatlı hayvanın tüm parçalarına getirildi.

Bakın bizim tüketmediğimiz tavuk ayağını ihraç edebiliyoruz. 2022 yılında Çin’e 52 milyon dolarlık tavuk ayağı ihraç etmişiz. Kısıtlama tavuk ayağını da kapsıyor. İç tüketiciyi korumak adına bu tür kararların çok daha iyi planlanarak alınması gerektiğine inanıyorum. Bu tür ihracat kısıtlaması yerine, üretim maliyetlerini düşürecek, devlet desteklerini artıracak politikaların daha faydalı olacağını değerlendiriyorum” dedi.

“İsrail’e ihracatın durdurulması doğru karar, ama…”

İsrail’e ihracatın durdurulmasını kesinlikle doğru bulduğunu dile getiren Ardıç, “Ancak bu doğru karar iyi bir planlama ile alınmalıydı. İhracatçımızın, sanayicimizin en az zarar göreceği şekilde bir planlamaya gidilebilirdi. Karar bir gecede alındı. Siparişini almış, ürünü üretmiş, TIR’a, gemiye yükleme aşamasına gelmiş olan ihracatçımız sabah uyandığında ihracatın durdurulduğunu öğrendi. Sipariş üzerine hazırladığı o malı ne yapacağını şaşırdı. Çok da yüklü bir zarara uğradı. Keşke İsrail’e ihracat yasağı çok daha önce getirilseydi ama en azından açıklandığı tarihten itibaren 15 gün, 20 gün, bir ay bir süre verilseydi” diye konuştu.

“Müfredat için süre istiyoruz…”

Ardıç, “Milli Eğitim Bakanlığı geçen hafta 10 yıllık bir çalışma sonucu hazırlandığını belirttiği yeni müfredatı görüş ve önerilere açtı. Toplamda 3 bin sayfayı aşıyor. Yapılan hesaplamaya göre ara vermeden metnin tamamını okursanız tam 75 saat sürüyor. Ama yeni müfredata ilişkin görüş ve öneri bildirmek için bir hafta süre tanındı. 10 yılda hazırlandığı söylenen, 3 bin sayfayı aşan bu yeni müfredat için en az bir yıl bir değerlendirme süresi verilmeliydi diye düşünüyorum” dedi.

208 üniversite, 7 milyondan fazla üniversite öğrencisi ve o üniversitelerden mezun milyonlarca işsize dikkat çeken Ardıç, “Maalesef bu eğitim sisteminin yarattığı işgücü ile ülkemizin işgücü ihtiyacı birbiriyle örtüşmüyor; ortaya beceri uyuşmazlığı çıkıyor. Sorunun çözüm kaynağını, müfredat değişikliğinin çok daha ötesinde aramak gerekiyor. Çünkü mesele, öğrencilerin yeteneklerine, becerilerine uygun, doğru okullarda eğitim görmüyor olmasından kaynaklanıyor” diye konuştu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir